Çocuklarda öz güven kavramına ilişkin doğru bilinen yanlışlar

Kişinin yaşamında önem taşıyan kavramlardan biri de öz güven. Kendini rahatça ifade etmekten sosyalleşmeye, benliğine anlam katmaya dek birçok konuda kişiye yardımcı olan öz güvenin temelleri çocukluk çağında atıldığından, bu konuda annebabalara önemli görevler düşüyor.

Çocukluk günlerine, okul yıllarına, sosyal ortamlarınıza ya da iş hayatınıza dair hatırladığınız kişileri durup düşünün… Kimler aklınızda kaldı? Yakın arkadaşlarınız dışında kendine güveniyle dikkat çekenler inşalar mı geliyor aklınıza? O halde özgüvenin öne çıkan bir özellik olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Öz güven eksikliği nasıl belirti veriyor?

Bu durum en çok; fikir belirtmeme ya da fikrini söyleyememe, karar almada zorlanma, sınır koyamama, hayır diyememe, olumlu olayları görmezden gelip, olumsuz olaylardan kolayca etkilenme, sosyal ortamlara girmeme, içe kapanma, utanç, suçluluk, pişmanlık, sevilmediğini hissetme, kendini başarısız ve değersiz olarak değerlendirme, fiziksel görünüşünü beğenmeme, insanlar tarafından kolayca reddedileceğine inanma, eleştirilere karşı aşırı hassas olma ve risk alamama olarak kendini gösteriyor.

Evet özgüven eksikliğinin belirtileri bunlar. Peki özgüvenle çok fazla karıştırılan ya da özgüvenle ilgili doğru bildiğimiz yanlışlar var mı? Ya da soruyu şöyle soralım. Özgüven mi cesaret mi?

Öz güveni, cesaret ile aynı şekilde değerlendirmek mümkün mü? Ayrıldığı yönler neler?

Bu iki kavram birbirine çok yakın gibi görünse de aslında farklı. Özgüven, insanın kendine yönelik iyi duygular geliştirmesi sonucu, benliğinden memnun olması ve bunun sonucu olarak kendisi ve çevresiyle barışık olması iken cesaret, başına gelecek herhangi bir şeyden çekinmemektir. Öz güven geçmişten gelen bir altyapı gerektirirken, cesaret buna ihtiyaç duymaz.

Herkes cesur olabilse de özgüvenli olmayabilir. Cesaret, başkalarının veya bir üst değerin dayatmasıyla olsa da özgüven, kişinin bizzat kendine dayatmasıyla ortaya çıkıyor. İkisinin de fazlası zarar verebiliyor.

Özgüvenin karıştırıldığı diğer kavram ise benlik algısı. Önce şunu söylemek lazım; güçlü bir özgüvene sahip olmak, benlik saygısının da yüksek olacağı anlamına gelmiyor. Bir cerrahın ameliyathanede harikalar yaratıyor olması, içindeki değersizlik duygusundan kurtulmasına yetmeyebilir.

Keza sahnede devleşen bir yıldız, kuliste beğenilirliğini sorgulayabilir. Bu değersizlik duygusuyla baş edebilmek için insanlar bazen havalı unvanların arkasına saklanabilirler. Bundan da anlaşılacağı gibi özgüvenle benlik saygısı her zaman yan yana olmayabilir.

Öz güven
Öz güven

Son olarak özgüvenle karıştırılan üçüncü sorun ise, aşırı özgüven. Toplumda neredeyse herkes özgüvenini geliştirme arzu ve çabasındadır. Fakat bazen özgüveni düşük kişiler, kendime olan güvenimi geliştireyim derken bunu çok da gerçekçi olmayan bir biçimde yapabiliyorlar ve sonuç olarak deyim yerindeyse özgüvenlerini geliştirmek yerine şişirebiliyorlar. İşte bu aşırı özgüvenli olma durumu aslında tam geliştirilememiş bir özgüvenin işaretidir.

Peki bunu nasıl ayırt ederiz? 

 Aşırı özgüveni olan kişiler sürekli olarak gizli bir kıyas halindedirler. Kimseyi kendilerine “rakip” görmeyerek aslında herkesin onlar için nasıl birer “rakip” olduğunu ve bu rakipleri nasıl alt edeceklerini kurgulamakla fazla enerji harcarlar. Kendilerini “diğerlerinden üstün” görme eğilimleri vardır.

Hatalarını kolay kolay kabul etmezler, eğer hataları çok belirginse genellikle dışsal sebepler bulurlar. Böyle birisine hatasını göstermeye çalışırsanız size öfkelenebilir çünkü hatasını görmek dahi istemeyecektir. Kendi içlerinde ise yoğun bir suçluluk duygusu ile bu “ben böyle bir hatayı nasıl yaptım!” deyip kendilerini yiyip bitirirler. Hata yapma konusunda kendilerine karşı oldukça acımasızdırlar.

Oysa herkes hata yapabilir. Hata yapan ve vicdani sorumluluğu olan herkes kendini suçlu ve kötü hisseder ama kendine bir hata payı da bırakır, çünkü kusursuz olamayacağının bilincindedir.

Çocuklarımızın denemekten vazgeçmemeyi, hata yapmaktan korkmamayı öğrenmeleri şart. Bunun için de zorlanıp, üstesinden gelmenin hazzını tatmaya ihtiyaçları var. Becerilerini, başarılarını, sınırlarını, olumlu/olumsuz kişisel özelliklerini gerçekçi bir biçimde değerlendirmeye ihtiyaç duyuyorlar.

Hepimizin çocuğu çok kıymetli, çok özel; koşulsuz olarak sevilip, kabul edilmeyi sonuna kadar hak ediyorlar ama aynı zamanda bir bütünün parçası olduklarını, benzerleriyle ortak bir hayatı paylaştıklarını unutmamaları gerekiyor. Dünya onların etrafında dönmüyor; becerileri, güçlü yanları, çok iyi yaptıkları kadar hepimiz gibi sınırlılıkları, zaafları, zayıflıkları da var.

Kimse bundan muaf değil, bizi insan yapan da bu zaten. Bunları görüp, kendilerine hakkaniyetli davranarak, düştükten sonra tekrar ayağa kalkmayı bilerek mücadele ederlerse özgüvenli ve kendilerini seven çocuklar olacaklardır.

İlker Atatoprak
Sosyal Bilgiler Öğretmeni
Bornova Sınav Koleji

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir